23 Ağustos 2010 Pazartesi
13 Temmuz 2010 Salı
Önerilen Programlar..[100 TÜRK]
Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.Yağmurların ve günesin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara:
- "Sen kaç ayda bu hale geldin agaç?"
- "82 yılda" demiş çınar
- "82 yılda mı?" diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak,
- "Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!"...
- "Doğru" demiş agaç, "doğru"...
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da
aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara:
- "Neler oluyor bana ağaç?"
- "Ölüyorsun" demiş çınar"...
- "Niçin?"
- "Benim seksen iki yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için"...
- "Sen kaç ayda bu hale geldin agaç?"
- "82 yılda" demiş çınar
- "82 yılda mı?" diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak,
- "Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!"...
- "Doğru" demiş agaç, "doğru"...
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da
aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara:
- "Neler oluyor bana ağaç?"
- "Ölüyorsun" demiş çınar"...
- "Niçin?"
- "Benim seksen iki yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için"...
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Napolyon'un korktuğu kadın: Madame de Stael
Konuşmak ihtiyaç olabilir , fakat susmak bir sanattır. [Madamme De Stael]
Tarih 18. yüzyılı gösterdiği dönem Fransa İhtilal döneminde bir kadının adıyla çalkalanmaktadır, bu kadın Napolyon'un kendine rakip olarak gördüğü kurallara uymaz, giyinmekten, zerafetten bihaber, aklından geçeni hemen karşısındakinin yüzüne söyleyen patavatsız bir hanımefendidir.
Bu hanım küçüklüğünde dahi yaşıtları gibi oyunlar oynamamış sürekli büyüklerin sohbetlerine iştirak etmiş anormal bir çocuktur, büyüyünce de normal gibi görünmemektedir.(gerçek adı:Anne-Louise-Germaine Necker)
Tüm bu eksik özelliklerine rağmen sürekli ilgi odağı olan bu kadın ikna kabiliyeti, konuşma yeteneği sayesinde döneme damgasını vurmuştur, küstahtır. Öyle ki kendisine sustugu taktirde rahatça Paris'te yaşabileceginin garantisini veren Napolyon' şu cevabı verir: "Mesele sizin ne istediğiniz değil, benim ne düşündüğümdür." Ve Napolyon'un kulağına gidebilecegine aldırmadan ona fikir korkağı der.
Kulagına bu densiz kadının hem politika yaptığı hemde kendisi hakkında ileri geri konuştugu gelen Bonaparte onu parçalamak,ezmek şeklinde tehdit eder ancak kadın laftan anlamamaktadır, tek çare sürgündür.
Madame de Stael için onun asla bir daha Paris'e dönemeyecegini belirten Napolyon ,mayıs 1802 de onu sürgün eder. En sevdiği,yaşamaktan haz aldığı,dostlarının oldugu Paris'ten sürülmek Stael için çok zordur ,üç çocuguyla birlikte İsviçre'de yaşayan eşini de aynı dönem kaybedince üzüntüsü ikiye katlanır. Ayrı yaşamış oldugu, arada başkalarıyla kaçamak yaptıgı ve onunda kaçamak yapmasına göz yumdugu eşi ölünce İsviçre'ye babasının yanına gider ve orada bir kitap yazar, kitabın konusu o döneme göre bomba gibidir: Evlilik dışı yaşanan aşkta kadının hakları.
Delphine isimli bu kitap Paris'te oldukça ses getirir, okurlardan biri olan Napolyon'u da çıldırtır.Onu normal bir kadın olmamakla suçlayan Napolyon, onun asla Paris'e gelmemesi için çaba gösterir.
Babasının tavsiyesiyle iki evladı ve arkadaşı Benjamin Constant ile Almanya'nın yolunu tutan bu normal görülmeyen kadın Goethe ve Schiller gibi dönemin ünlü edebiyatçılarıyla tanışma arzusundadır.Oysa şairler de düşüncelidir, bu çirkin, küstah,ülkesinden kovulan kadından tedirginlerdir. Goethe Schiller'i bu kadını tanıması için gönderir. Sonrasında iki şair ile sürekli görüşür Stael, Schiller'i alçakgönüllü, Goethe 'idonuk olarak tanımlar.
Sürgünden iki yıl sonra babasını kaybeder Stael, Cenevre'ye döner ve orada sürekli ses getiren etkinlikler düzenler, bu yaptıklarını nefretle duyan Napolyon ise hala ona karşı yumuşamamıştır. Yazdığı kitabı emniyet yetkileri yoluyla müsveddeleriyle zorla el koydurarak, elleriyle şömineye atarak ta bu bitmeyen nefretini gösterir. Ancak kitabın başka bir müsveddesinin saklanmış oldugunu bilemez.
Son çocugunu 45 yaşından sonra dünyaya getirir Stael, çocugun babası bir subaydır ve kendisinden yaşça küçüktür.1813 te Napolyon'un elinden gizlice müsveddesini kurtardığı kitabı Almanya Hakkında 3'ü yayınlar, bir sene sonra ise hayatındaki en büyük rakibi olan Napolyon'un tahttan inişiyle çok sevdiği Paris'e döner ve çok güzel karşılanır. 1817 de ölür. Edebiyatta romantizmin ilktemsilcilerindendir.
Kimine göre ahlaksız, kimine göre kahramandır. Napolyon onun için kadın değil, uğursuz, felaket tellalı gibi kelimeler kullanırken dönemin içişleri bakanına göre Stael çağın en harika kadınıydı, Schiller içinde o erkeklerde bulunmayan akıl ve konuşma yetenegine sahipti, önyargılara olan savaşı bazılarının işine gelmemiştir,ıq sünün 180 oldugu söylenir kurduğu cümleler tarihe kazınmıştır. Erkek olmadığıma memnunum; yoksa bir kadınla evlenirdim.)
16 Mayıs 2010 Pazar
UmutCnAkn Kimdir?
11 Şubat 1995 Adana’nın yüreğin ilçesinde dünyaya geldim.Bebeklikten bu yana elektronik ürünlere ilgi duymuşumdur.5 yaşında ilk bozduğum elektronik ürün radyoydu ve o radyoyu anı olsun diye hala saklıyorum.2005 yılında Adana\Çukurova bölgesine taşındık.İlk bilgisayarıma burada ve 2006 başlarında kavuştum.Ozaman tabiî ki en çok sevdiğim oyunlar GTA Vice City,Pes 2006 ve Need For Speed 2’ydi.Şuan Adana’da lise öğrenimi görmekteyim.Bugünüme kadar öğrendiklerimi uygulamayı hep sevmişimdir.Hayatta kararlı olmak hep işime yaramıştır.Kararlılığım ile zor problemlerin üstesinden geldim.Sizlerin bu özelliğimi örnek almasını isterim.Forum sitelerinde gezmeyi çok severim.Lisede sayısalım fazla kuvvetli değil ama sözelim birazda olsa kuvvetlidir.O yüzden eşit ağırlığı seçmeyi düşünüyorum.Çevremdeki insanlar sürekli internette sörf yaparlar ve sörf yaparken bir çok hata ve problemler ile karşılaşıyorlar böyle durumlarda çevreme yardım etmeyi çok severim saolsun onlarda bu konularda sürekli bana danışırlar.İşte bu benim idealim olan bilgisayar mühendisliğini kazanmam gerektiğini gösteriyor.Ben de elimden gelenin en iyisini yapacağıma dair kendime her gün söz veriyorum.Bu da beni hayallerime bir adım daha yaklaştırıyor.
27 Şubat 2010 Cumartesi
Bilgisayarın Tarihcesi.
Bilgisayar belirli komutlara göre veri işleyen ve depolayan bir makinedir.
Bilgisayarlar çok farklı biçimlerde karşımıza çıkabilirler. 20. yüzyılın ortalarındaki ilk bilgisayarlar büyük bir oda büyüklüğünde olup, günümüz bilgisayarlarından yüzlerce kat daha fazla güç tüketiyorlardı. 21. yüzyılın başına varıldığında ise bilgisayarlar bir kol saatine sığacak ve küçük bir pil ile çalışacak duruma geldiler. Toplumumuz kişisel bilgisayarı ve onun taşınabilir eşdeğeri, dizüstü bilgisayarını, bilgi çağının simgeleri olarak tanıdılar ve bilgisayar kavramıyla özdeşleştirdiler. Günümüzde çok yaygın kullanılmaktadırlar.
İstenilen yazılımı kayıt edip istenilen zamanda çalıştırabilmeleri bilgisayarları çok yönlü kılıp hesap makinelerinden ayıran ana özellikleridir. Church-Turing tezi bu çok yönlülüğün matematiksel ifadesidir ve herhangi bir bilgisayarın bir diğer bilgisayarın görevlerini yerine getirebileceğinin altını çizer. Dolayısıyla, karmaşıklıkları ne düzeyde olursa olsun, cep bilgisayarından süper bilgisayarlara kadar, bellek ve zaman kısıtı olmadığı takdirde hepsi aynı görevleri yerine getirebilirler.
Jacquard'ın doku tezgâhı ilk kurulabilir aygıtlardandır.
İlk bilgisayar 1950 yılında yapılmıştır.
Geçmişte 'bilgisayar' olarak bilinen birçok aygıt günümüz ölçütlerine göre bu tanımı hak etmemektedirler. Başlangıçta bilgisayar sözcüğü hesaplama sürecini kolaylaştıran nesnelere verilen bir ad konumundaydı. Bu ilk dönemin bilgisayar örnekleri arasında sayı boncuğu iim(abaküs) ve AntiKitira Makinesi (M. Ö. 150-100) sayılabilir. Yüzyıllar sonra, Orta Çağ sonundaki yeni bilimsel keşifler ışığında, Avrupalı mühendisler tarafından geliştirilen bir dizi makinesel hesaplama aygıtlarının ilki ise, Wilhelm Schickard'a (1623) âittir.
Ancak, yazılımlanabilir (veya kurulabilir) olmamaları nedeniyle bu aygıtların hiçbiri günümüz bilgisayar tanımına uymamaktadır. 1801 yılında Joseph Marie Jacquard'ın dokuma tezgâhındaki işlemi otomatikleştirmek adına ürettiği delikli kartlar ise bilgisayarların gelişme sürecindeki, kısıtlı da olsa, ilk yazılımlanabilme (kurulabilme) izlerinden sayılır. Kullanıcının sağladığı bu kartlar sayesinde, dokuma tezgâhı kart üzerindeki delikler ile tarif edilen çizime işleyişini uyarlayabiliyordu.
Вir delikli kart
1837 yılında Charles Babbage, adını Analytical Engine (Çözümlemeli veya analitik makine) koyduğu, ilk tam yazılımlanabilir makinesel bilgisayarı kavramsallaştırıp tasarladı. Ancak parasal nedenler ve üzerindeki çalışmalarının sonlanamaması nedeniyle bu makineyi geliştirmedi.
Delikli kartların ilk büyük ölçekli kullanımı ise Herman Hollerith tarafından, 1890 yılında muhasebe işlemlerinde kullanılmak üzere tasarlanan hesap makinesidir. Hollerith'in o dönemde bağlı olduğu işletme ise sonraki yıllarda küresel bilgisayar devine dönüşecek IBM'dir. 19. yüzyılın sonlarına varıldığında, gelecek yıllarda bilişim donanım ve kuramlarının gelişimine büyük katkıda bulunacak uygulayımlar (teknolojiler) ortaya çıkmaya başlamıştılar: delikli kartlar, Boole cebiri, boşluk tüpleri ve teletip aygıtları.
20. yüzyılın ilk yarısında ise, birçok bilimsel gereksinim, gittikçe karmaşıklaşan örneksel (analog) bilgisayarlar ile giderildiler. Ancak günümüz bilgisayarlarının yanılmazlık düzeyinden hâlâ uzaktılar.
1930'lar ve 1940'lar boyunca bilgisayar uygulayımı gelişmeye devam etti, ve sayısal elektronik bilgisayarın ortaya çıkışı ancak elektronik devrelerinin buluşundan (1937) sonra gerçekleşebildi. Bu dönemin önemli çalışmaları arasında aşağıdakiler sayılabilir:
ENİAC, von Neumann mimarisini uygulayan ilk bilgisayarlardandır.
* Konrad Zuse'nin "Z makineleri". Z3 (1941) ikili sayı tabanına dayalı işleyip, gerçel sayılar ile işlem yapabilen ilk makinedir. 1998 yılında Z3'ün Turing uyumlu olduğu kanıtlanmış ve böylece ilk bilgisayar unvanını edinmiştir.
* Atanasoff-Berry Bilgisayarı (1941) boşluk tüplerine dayalı olup, ikili sayı tabanının yanı sıra, sığaç tabanlı bellek donanımına sâhipti.
* İngiliz yapımı Colossus bilgisayarı (1944), kısıtlı yazılımlanabilirliğine (kurulabilirliğine) karşın, binlerce tüp kullanımının yeterince güvenilir bir sonuç verebileceğini göstermiştir. II. Dünya Savaşı'nda Alman silahlı kuvvetlerinin gizli iletişimlerini çözümlemek için kullanılmıştır.
* Harvard Mark I (1944), kısıtlı kurulabilirliğe sâhip bir bilgisayar.
* ABD Ordusu tarafından geliştirilen ENIAC (1946), onluk sayı tabanına dayalı olup ilk genel kullanım amaçlı eletronik bilgisayar unvanına sâhiptir.
ENIAC'ın olumsuz yanlarını saptayan geliştiricileri, daha esnek ve zarif bir çözüm üzerinde çalışıp, artık saklı yazılım mimarisi veya daha çok von Neumann mimarisi olarak tanınan tasarımı önerdiler. Bu tasarımdan ilk olarak John von Neumann (1945) yılında gerçekleştirdiği bir yayında söz etmesinden sonra, bu mimariye dayalı olarak geliştirilen bilgisayarlardan ilki İngiltere'de tamamlandı (SSEM). Aynı mimariye bir yıl sonra kavuşan ENIAC'a ise EDVAC adı verildi.
Günümüz bilgisayarlarının neredeyse tamamının bu mimariye uyumlu duruma gelmesi ile bilgisayar sözcüğünün tanımı olarak da kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu tanıma göre geçmişteki aygıtlar bilgisayar olarak sayılmasalar da, tarihsel bağlamda yine de o biçimde anılmaktadırlar. Her ne kadar 1940'lardan bu yana bilgisayar uygulayımı köklü değişiklikler geçirmiş olsa da, çoğunluğu von Neumann mimarisine sadık kalmıştır.
Mikroişlemci von Neumann mimarisinin temel öğelerindendir.
Boşluk tüpüne dayalı bilgisayarlar 1950'ler boyunca kullanımda kaldıktan sonra, 1960'larda daha hızlı ve ucuz olan geçirgeç (transistör) tabanlı bilgisayarlar yaygınlık kazandı. Bu etkenlerin sonucunda bilgisayarların daha önce görülmemiş bir düzeyde toplu üretimine geçirildi. 1970'lere varıldığında tümleşik devre uygulayımı ve Intel 4004 gibi mikroişlemcilerin geliştirilmesi sayesinde bir kez daha büyük bir başarım ve güvenilirlik artışının yanı sıra, maliyet düşüşü de yaşandı. 1980'lerde artık bilgisayarlar, çamaşır makinesi gibi günlük hayat kullanımındaki birçok makinesel aygıtın denetleyici donanımlarındaki yerlerini almaya başlamışlardı. Yine aynı dönemde, kişisel bilgisayarlar yaygınlık kazanıyorlardı. Son olarak 1990'lardaki Internet'in gelişimi ile de bilgisayarlar televizyon ve telefon gibi alışılmış birer aygıt hâline gelmişlerdir.
Bilgisayarlar çok farklı biçimlerde karşımıza çıkabilirler. 20. yüzyılın ortalarındaki ilk bilgisayarlar büyük bir oda büyüklüğünde olup, günümüz bilgisayarlarından yüzlerce kat daha fazla güç tüketiyorlardı. 21. yüzyılın başına varıldığında ise bilgisayarlar bir kol saatine sığacak ve küçük bir pil ile çalışacak duruma geldiler. Toplumumuz kişisel bilgisayarı ve onun taşınabilir eşdeğeri, dizüstü bilgisayarını, bilgi çağının simgeleri olarak tanıdılar ve bilgisayar kavramıyla özdeşleştirdiler. Günümüzde çok yaygın kullanılmaktadırlar.
İstenilen yazılımı kayıt edip istenilen zamanda çalıştırabilmeleri bilgisayarları çok yönlü kılıp hesap makinelerinden ayıran ana özellikleridir. Church-Turing tezi bu çok yönlülüğün matematiksel ifadesidir ve herhangi bir bilgisayarın bir diğer bilgisayarın görevlerini yerine getirebileceğinin altını çizer. Dolayısıyla, karmaşıklıkları ne düzeyde olursa olsun, cep bilgisayarından süper bilgisayarlara kadar, bellek ve zaman kısıtı olmadığı takdirde hepsi aynı görevleri yerine getirebilirler.
Jacquard'ın doku tezgâhı ilk kurulabilir aygıtlardandır.
İlk bilgisayar 1950 yılında yapılmıştır.
Geçmişte 'bilgisayar' olarak bilinen birçok aygıt günümüz ölçütlerine göre bu tanımı hak etmemektedirler. Başlangıçta bilgisayar sözcüğü hesaplama sürecini kolaylaştıran nesnelere verilen bir ad konumundaydı. Bu ilk dönemin bilgisayar örnekleri arasında sayı boncuğu iim(abaküs) ve AntiKitira Makinesi (M. Ö. 150-100) sayılabilir. Yüzyıllar sonra, Orta Çağ sonundaki yeni bilimsel keşifler ışığında, Avrupalı mühendisler tarafından geliştirilen bir dizi makinesel hesaplama aygıtlarının ilki ise, Wilhelm Schickard'a (1623) âittir.
Ancak, yazılımlanabilir (veya kurulabilir) olmamaları nedeniyle bu aygıtların hiçbiri günümüz bilgisayar tanımına uymamaktadır. 1801 yılında Joseph Marie Jacquard'ın dokuma tezgâhındaki işlemi otomatikleştirmek adına ürettiği delikli kartlar ise bilgisayarların gelişme sürecindeki, kısıtlı da olsa, ilk yazılımlanabilme (kurulabilme) izlerinden sayılır. Kullanıcının sağladığı bu kartlar sayesinde, dokuma tezgâhı kart üzerindeki delikler ile tarif edilen çizime işleyişini uyarlayabiliyordu.
Вir delikli kart
1837 yılında Charles Babbage, adını Analytical Engine (Çözümlemeli veya analitik makine) koyduğu, ilk tam yazılımlanabilir makinesel bilgisayarı kavramsallaştırıp tasarladı. Ancak parasal nedenler ve üzerindeki çalışmalarının sonlanamaması nedeniyle bu makineyi geliştirmedi.
Delikli kartların ilk büyük ölçekli kullanımı ise Herman Hollerith tarafından, 1890 yılında muhasebe işlemlerinde kullanılmak üzere tasarlanan hesap makinesidir. Hollerith'in o dönemde bağlı olduğu işletme ise sonraki yıllarda küresel bilgisayar devine dönüşecek IBM'dir. 19. yüzyılın sonlarına varıldığında, gelecek yıllarda bilişim donanım ve kuramlarının gelişimine büyük katkıda bulunacak uygulayımlar (teknolojiler) ortaya çıkmaya başlamıştılar: delikli kartlar, Boole cebiri, boşluk tüpleri ve teletip aygıtları.
20. yüzyılın ilk yarısında ise, birçok bilimsel gereksinim, gittikçe karmaşıklaşan örneksel (analog) bilgisayarlar ile giderildiler. Ancak günümüz bilgisayarlarının yanılmazlık düzeyinden hâlâ uzaktılar.
1930'lar ve 1940'lar boyunca bilgisayar uygulayımı gelişmeye devam etti, ve sayısal elektronik bilgisayarın ortaya çıkışı ancak elektronik devrelerinin buluşundan (1937) sonra gerçekleşebildi. Bu dönemin önemli çalışmaları arasında aşağıdakiler sayılabilir:
ENİAC, von Neumann mimarisini uygulayan ilk bilgisayarlardandır.
* Konrad Zuse'nin "Z makineleri". Z3 (1941) ikili sayı tabanına dayalı işleyip, gerçel sayılar ile işlem yapabilen ilk makinedir. 1998 yılında Z3'ün Turing uyumlu olduğu kanıtlanmış ve böylece ilk bilgisayar unvanını edinmiştir.
* Atanasoff-Berry Bilgisayarı (1941) boşluk tüplerine dayalı olup, ikili sayı tabanının yanı sıra, sığaç tabanlı bellek donanımına sâhipti.
* İngiliz yapımı Colossus bilgisayarı (1944), kısıtlı yazılımlanabilirliğine (kurulabilirliğine) karşın, binlerce tüp kullanımının yeterince güvenilir bir sonuç verebileceğini göstermiştir. II. Dünya Savaşı'nda Alman silahlı kuvvetlerinin gizli iletişimlerini çözümlemek için kullanılmıştır.
* Harvard Mark I (1944), kısıtlı kurulabilirliğe sâhip bir bilgisayar.
* ABD Ordusu tarafından geliştirilen ENIAC (1946), onluk sayı tabanına dayalı olup ilk genel kullanım amaçlı eletronik bilgisayar unvanına sâhiptir.
ENIAC'ın olumsuz yanlarını saptayan geliştiricileri, daha esnek ve zarif bir çözüm üzerinde çalışıp, artık saklı yazılım mimarisi veya daha çok von Neumann mimarisi olarak tanınan tasarımı önerdiler. Bu tasarımdan ilk olarak John von Neumann (1945) yılında gerçekleştirdiği bir yayında söz etmesinden sonra, bu mimariye dayalı olarak geliştirilen bilgisayarlardan ilki İngiltere'de tamamlandı (SSEM). Aynı mimariye bir yıl sonra kavuşan ENIAC'a ise EDVAC adı verildi.
Günümüz bilgisayarlarının neredeyse tamamının bu mimariye uyumlu duruma gelmesi ile bilgisayar sözcüğünün tanımı olarak da kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu tanıma göre geçmişteki aygıtlar bilgisayar olarak sayılmasalar da, tarihsel bağlamda yine de o biçimde anılmaktadırlar. Her ne kadar 1940'lardan bu yana bilgisayar uygulayımı köklü değişiklikler geçirmiş olsa da, çoğunluğu von Neumann mimarisine sadık kalmıştır.
Mikroişlemci von Neumann mimarisinin temel öğelerindendir.
Boşluk tüpüne dayalı bilgisayarlar 1950'ler boyunca kullanımda kaldıktan sonra, 1960'larda daha hızlı ve ucuz olan geçirgeç (transistör) tabanlı bilgisayarlar yaygınlık kazandı. Bu etkenlerin sonucunda bilgisayarların daha önce görülmemiş bir düzeyde toplu üretimine geçirildi. 1970'lere varıldığında tümleşik devre uygulayımı ve Intel 4004 gibi mikroişlemcilerin geliştirilmesi sayesinde bir kez daha büyük bir başarım ve güvenilirlik artışının yanı sıra, maliyet düşüşü de yaşandı. 1980'lerde artık bilgisayarlar, çamaşır makinesi gibi günlük hayat kullanımındaki birçok makinesel aygıtın denetleyici donanımlarındaki yerlerini almaya başlamışlardı. Yine aynı dönemde, kişisel bilgisayarlar yaygınlık kazanıyorlardı. Son olarak 1990'lardaki Internet'in gelişimi ile de bilgisayarlar televizyon ve telefon gibi alışılmış birer aygıt hâline gelmişlerdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)